Tevfik Fikret - Hak bellediği yolda yalnız kalmayı göze alan şair

Tevfik Fikret - Hak bellediği yolda yalnız kalmayı göze alan şair

Yaşamı hak edişin başka bir adı ve kaçınılmaz gerçekse ölüm; göğsünü gere gere karşılayabilmeli onu insan. Vakti gelip kapı çalındığında; geride bıraktıklarıyla, savunduğu değerlerle, gözü arkada kalmayacak olmanın dayanılmaz hafifliğiyle dimdik durabilmeli karşısında. Tıpkı Tevfik Fikret’in;  inandığı değerlerden ölünceye  değin ödün vermediği,  jurnalciliğin kol gezdiği baskı döneminde korkuya pabuç bırakmadığı,  hak etmediğine inandığı parayı elinin tersiyle itebilme erdemini gösterdiği, inanmadığı politikacı arkadaşlarından gelen bakanlık görevini hiç düşünmeden reddedip mevki makam peşinde koşmadığı, söylemleriyle eylemlerini her zaman örtüştürme tutarlılığını gösterdiği yaşam kesitinde çizdiği onurlu portre gibi.

“Kimseden yardım ummam, dilenmem kol kanat

Kendi boşluğum, kendi göklerimde kendim uçarım

Eğilmek, tutsaklık boyunduruğundan ağırdır boynuma

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim”

Fikret’in “Rübab-ı Şikeste (Kırık saz)” isimli kitabında yer alan dörtlüğün son dizesinden esinle, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin öğretmenlerine “Cumhuriyet sizden  fikri hür, vicdanı hür , irfanıhür , nesiller ister” diye seslenen Mustafa Kemal Atatürk, “ Fikret karanlıklar içinde bir nur görüp halkı o nura doğru götürmeye çalışırken siz nerelerde idiniz? Ben Fikret’e yetişemedim, onun sohbetinden istifade edemedim. Kendimi bedbaht sayarım. Fakat onun bütün eserlerini okudum, birçoğu da ezberimdedir. O, hem büyük şair, hem de büyük insandır. Efendiler! Zaten parmakla gösterilecek kadar az olan büyük adamlarımızı küçültmeye kalkışmayalım”, “Ben inkılap ruhunu ondan aldım” sözleriyle de Fikret’e duyduğu hayranlığı ve onu karalamaya çalışanların dar görüşlülüğünü vurgulamaktadır. Asıl adı “Mehmet Tevfik” olan “Tevfik Fikret”, çocukluğunda  babası Hüseyin Bey’in esir pazarından aldığı Sudanlı Leyla Bacı’nın elinde büyümüş ve ona olan sevgisini yıllar sonra “Siyah Bacı” isimli şiirinde “Benim siyah bir bacım var/ Adı Leyla, gözü şehla/Yatayım, akşam olsun da/ Siyah bacımın koynunda” dizeleriyle dile getirmiştir. Çocukken, geceleri uyurken yatağına aldığı “Zerrişte” isimli kedisini ise Servet-i Fünun Dergisi’nde “Yaz aşkına dair, dediniz/ İşte misali/ Sevdiklerimin ben/ Hepsinde bu tırnakları/ Hepsinde bu hali/ Hepsinde bu hırçın kedi simasını gördüm/ Tüm zevkini sürdüm bu cehennem gibi ömrün” diyerek anmıştır. Çocukluğunda elini sokan arıyı, evlerinin bahçesinde peşinden koştuğu kuşları, ölümüne çok üzüldüğü kanaryasını da yazdığı şiirlere tem yapmaktan geri durmamıştır sevgi gözlü, hayvan dostu şair. 

Tevfik Fikret’in gazel tarzında yazdığı ilk şiirleri, “Tercüman-ı Hakikat” gazetesinin “Muallim Naci” tarafından yönetilen edebiyat sayfasında basılmıştır. Galatasaray Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenlerinin etkisiyle yazdığı biçim ağırlıklı divan şiirlerinin yerini, daha sonra içerikli şiirler almıştır. Özellikle yöneticiliğini yaptığı “Servet-i Fünun “ dergisi yıllarında Fikret, şiirde özgünlüğü yakalamıştır. Bu yıllarda yayınladığı “Hasta Çocuk”, “Ramazan Sadakası”, “Nesrin” “Balıkçılar” “Verin Zavallılara” gibi şiirleriyle, topluma tepeden bakan “sanat sanat içindir” çizgisinin  bireysel, bencil anlayışından sıyrılarak, şiire toplumsal bir sorumluluk yüklemiştir. Onun şiirdeki içeriksel silkinişi; şiirde müzikalite, aliterasyon ve uyak gibi unsurlarda son derece duyarlı olduğu bilinen Fikret’i şekilsel atılımlardan da geri bırakmamıştır.  Dizeler arasında köprüler kurarak şiiri düzyazıya yakınlaştırması (Nesr-i Manzum), ustası olduğu divan şiirinin çatık kaşlı kalıplarını yıkan yenilikçi ölçü denemeleri (Serbest Müstezat),  o zamana değin dudak bükülen günlük konuşma diline hak ettiği saygınlığı kazandırma  girişimleri, şiirdeki biçimsel devrimin anlamlı yapıtaşları olmuştur.  Tüm bu körpe soluklanmalar, eski olanın pabucunu dama atma sonucunu doğurduğunda ise “Ahmet Mithat” gibi eski edebiyat yanlıları Fikret’e acımasızca saldırmaktan çekinmemişlerdir.

Yaşadığı baskıcı dönemin en umutsuz anında kapıldığı karamsar anaforun etkisiyle dizelendirdiği “Sis” şiirinde şair; yozlaşmaya, haksızlıklara, korkaklığa, namussuzluklara, kokuşmuşluğa başkaldırarak, tüm bu olumsuzlukların faturasını İstanbul’a çıkarmıştır: “Ey mahkemelerden sürekli sürülen halk/ Ey dinlenme korkusuyla kilitlenmiş ağızlar/ Ey ulusal çaba ki nefret edilmiş ve horlanmış/ Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasal mahkum/ Ey eğilmiş baş ki ak pak ama iğrenç/ Ey taze kadın, ey onu takibe koşan genç/ Ey ayrılık acısı çeken ana, ey kırgın eş/ Ey kimsesiz başı boş çocuklar/ Hele sizler, hele sizler/ Örtün ey facia, örtün, evet, ey kent/ Örtün ve sonsuzca uyu, ey dünya orospusu”.

Geri kalmışlıktan, karanlıktan kurtulmanın reçetesini  akılda, bilimde ve batı uygarlığında gören Fikret, ikinci başkaldırısını “ Tarih-i Kadim (Eski Çağlar Tarihi)” isimli şiiriyle yapmış, bu şiirinde Osmanlı Tarihi’nin savaşlarla, ölümlerle, acılarla örülü karanlık bir geçmişi olduğunu; göz boyayıcı kahramanlıkların altında aslında kan ve vahşetin yattığını; bu kara tablonun baş sorumlusunun engel olma gücüne sahip olduğu halde müdahale etmeyen “Tanrı”   olduğunu ifade ederek; tarihle ve Tanrı’yla şiirsel bir hesaplaşmaya girişmiştir: “Devril ey köhne bağımsızlık tahtı/ Eziciliğinin altında inliyor kuşaklar/ Parçalan ey sönük taç/ Ne savaşçı, ne savaş ve yayılma/ Ne sataşma, ne sultanlık, ne eşkıyalık/ Ne yakınma, ne zulüm ve baskı/ Ben benim, sen de sen/ Ne efendi, ne kul/ Yırtılır, ey köhne kitap yarın/ Düşünce mezarı olan sayfaların/ Bunu kimden umalım/ Bu büyük yaratılış devrimini kim/ Hangi güç üstlenecek/ Evrenin sahibi, evet gerçek/ Evrenin sahibi olan ululuk/ O yaklaşılmaz suskun yüz/ Ama kaynağı o hep bu kavgaların”.

Şiirde biçim ve içeriğe kazandırdığı ivme, sosyal konulardaki devrimci duruşu, yanlış buldukları karşısında şiirini budaktan esirgemeyen gözü pekliği, özverili insan sevgisi, savaş karşıtlığı, bilimsel ve özgür düşünceye olan katıksız tutkusu, çocuksu kırılganlığı, günümüzde halen tartışılan düşündürücü dizeleriyle Türk şiirine ve aydınlanma tarihimize ilerici bir soluk kazandıran onurlu ve ilkeli şairimizi “su götürmez” dizeleriyle selamlıyorum. “Kıran da olsa kırıl düş/ Fakat eğilme sakın/ Hak bellediğin yolda/ Yalnız gideceksin”.

Can CEYLAN
(MÜHÜR ŞİİR VE EDEBİYAT DERGİSİ KASIM ARALIK 2012 SAYISI)