Ömür Diye Kuşandığımız Hülya Deniz Ünal
Hülya Deniz Ünal
Türk Dili Dergisi 2013
Ömür Diye Kuşandığımız
Akıl Çelinmeleri (2006) ve Al Buyur Canımdan Yak (2010) isimli iki kitabı bulunan şairin Ömür Diye Kuşandığımız üçüncü kitabı.
Kitap, Mancınık ve Can’lık diye iki bölümden oluşuyor. Okura ilk mesajı bölüm isimleri veriyor aslında. Özne ve nesne ikisi de savaşacaktır. Neyle? Kötülüklerle, yanlışlıklarla ve daha bir çok olumsuzlukla.
Dil, dolayısıyla şiir de ideolojiktir. Neden derseniz, aynı dil, aynı sözcükler, kullanana göre değişir de ondan. Örnek mi? Federico García Lorca da, General Francisco Franco da İspanyolcayı kullanmışlardır. Ancak idealleri, dünyaya bakışları, insani ölçüleri her şeyleri farklıdır, dilleri dışında. Franco aynı dille ülkesini onlarca yıl sürecek bir felakete sürüklerken, Lorca kurşuna dizilene kadar yazdıklarıyla halkının ve dünya halklarının unutamayacağı bir şair olarak kalmıştır. Bunu neyle yapmıştır, sözcüklerle, yani diliyle.
Mancınık, top yapımının bilinmediği çağlarda, kale kuşatmalarında, ağır taş gülle fırlatmakta kullanılan basit bir savaş aracıdır. Ama kullanacak bir insan gereklidir. Can’lık bölümü de bunun için gereklidir işte. Şairin ta kendisidir, mancınık kullanacak olan. Taş yerine sözcükler fırlatacaktır savaşılması gereken her şeyin üzerine.
“Değil mi ki insandır, hem zehir hem panzehir” derken de insana güvendiğini belli ediyor, umudunu yitirmiyor, ki değişeceğine inanıyor tüm olumsuzlukların.
Can Ceylan, tertemiz bir Türkçe’yle yazıyor. Geleneğin kodlarını bugünle birleştirerek kunt bir şiire doğru yelken açmış gidiyor. Öyle sağlam bir yapı kuruyor ki tek bir dize bile çekip alamazsınız onun şiirlerinden. Kendine özgü bir sözlük dağarıyla yazıyor, ‘İnsanosfer’ gibi yepyeni tanımlar buluyor.
Yeni bir biçem yaratmış, kendi biçemini. Kimseye benzemiyor kendinden başka. Belki Mehmet Mümtaz Tuzcu ile başlangıçta bir yerlerde buluşmuş denebilir ama hemen ayrılıp bambaşka bir yola yürümüş, kendi yoluna.
Sığlığı sıfırlayıp insan kalmaların ipuçlarını veriyor bize. Toplumsal bir şiir yazdığı rahatça söylenebilir. Onun şiirlerindeki ben, hepimizin adına söz almış bir savaşçıdır. Söylenmez, söyler!
Söylediğiyle eylediği benzeyen bir can içinde Can konuşur şiirlerinde. Ömür Diye Kuşandığımız, ustası gördüğü şairler Cemal Süreya, Orhan Veli, Can Yücel ve Server Tanilli, Türkân Saylan gibi yitirdiğimiz değerlere adadığı şiirlerle bir vefa kitabı olarak da okunabilir.
“Bir şafak daha atıyor teyelinden zaman” (Gün’ce s 14) Bir gün nasıl bitiyor bundan daha güzel anlatılabilir mi, bana sorarsanız hayır!
Destan, toplumun bütün bireylerini doğrudan ilgilendiren ya da etkileyen herhangi bir olayı, sanat ve estetik kaygı taşıyarak anlatan, zamanla değişime uğrayabilen, toplumun geçtiği kültürel süreçleri bünyesinde barındırarak aktaran kahramanlık konulu metinlerdir. “Bungunluğun mübarek/ alnacın aydın olsun”(Er Kişi Niyetine, s15) şiirini okuduğunuzda Türk Destanlarını anımsıyorsunuz ki okura ayrı bir tat veriyor.
Betonlar arasına sıkışmış olan insanın doğa özlemi, bungunluğunu doğada giderme düşü şiirlerde açık bir biçimde görülüyor.
“Su çekildi göle haciz/ Murdar oldu burası/ Sığlık derin suçunuz/ Ah! Nilüfer yüzmeler” (Kırılma, s16)
“Şöyle derin bir of çekip/ kopuvermek uzaklara/ Çetrefil kent örgüsünden/ Uçar adım dağa kalkmak” (Uzaklar, s17)
Kıyılara gedikli/ Akıntıya uzak sevdan/ Atılsan bir ötelere/ Kavgalarda köpük olsan (Çekince, s19)
Şair, düş sağanağına kapılan aldanmalarını gecenin koynuna saklıyor.
“Gün görmemiş yalnızlığım görsen nasıl çelebi/ Bilgeliği kerpiç omurgalı duvarlardan geliyor” (Yörünge, s21)
Kuş ve Kum, bana göre kitabın en güzel şiiri. Şair çocuklarını yazmış, canlarını. Canlandırma yapmış ki iki anlam içeriyor. Hem canını, hem canının taa içini iki güzel yavruyu görüyorsunuz.
“Çocukları serbest bıraktım/ Çektiler yüreklerine gittiler”(Duruşma, s 25) Evlilik kurumunu sorgulayan bir şiir. Güzel bir özet.
“Anlık sessizliklerde/ asıl keder Can doğmak” (Kar’a Yazı, s27) Burada da Can’ı iki anlamda kullanıyor şair. İnsan içine gittiğinde, kendi ıssızlığında, karşılaşacağı kim’se kendisidir. Başka ne?
Günümüzde her şeyin kullanıldığı insanın sahip olduğu sıfatların gözümüze gözümüze sokulduğu bir gerçek. İnsana dair bütün kazanımların, artıların bir reklam malzemesi olarak sunulduğunun tanığıyız hepimiz. Oysa Can Ceylan öyle yapmıyor, hiç yapmıyor hem de. Kendisi tıp profesörü ama bunu kullanmamış özgeçmişinde. Oradaki başarısını şiire karıştırmak istememiş ki bu bir erdem değilse nedir? Sanırım Octavia Paz’ın şairlerin özgeçmişleri yoktur onların özgeçmişleri şiirleridir sözünü benimsemiş.
Hekimliğinden de izler görüyoruz şiirlerinde. Örnek mi?
“Allık pudra tül perde/ Botoks desen Hikaye/ Söz geçmez bu deriye”(İşin Sonu “Yaş”) Kendi mesleğinde karşılaştığı sorular, sorunlar ve kişilikleri, düşülen açmazları da ustalıkla bize aktarıyor.“Lapa Lapa “demans”yağmış / Güvendiğim dağlara” dizeleri de aynı şiirden.
“Çökertme Türküsü” şiirinde de ilginç bir şey yapıyor. Türkünün hissettirdiklerini şiirleştiriyor ve “Tutuşmaya çeyrek var” diye de bitiriyor. Ki bu pek rastlanılan bir şey değil. Türküden bir alıntı yapılarak şiirde kullanılması sık rastlanan bir durum da, bir türküye şiir yazılması pek değil. Bu da şiirli farklı bir bakış oluyor türküye. Bu şekilde tematik bir kitap çalışması yapılabilir diye düşündüm ister istemez ki ne güzel olur.
Yaşam ve ölüm, insanın içinde yaşadığı süreci Aşık Veysel ne de güzel anlatır. “İki kapılı bir handa…” Doğar bir kapıdan girersiniz, ölür diğerinden çıkarsınız. Şair de Veysel’e eklenerek yaşama yeni bir tanım getirmiş.
Ömür diye kuşandığımız/ Birkaç mumluk neon ışık ( Harman Yeri, s18)
Hepsi bu kadar işte. O halde kirlenmeye, kirletmeye ne gerek var? Ben kitabı kapattığımda aklımda bu cümleyle kalakaldım. Sanırım şair de bunu yapmak istemiş diye düşündüm. Okuyun bakalım, siz ne hissedeceksiniz?
Can Ceylan, Mühür Kitaplığı, Haziran 2012, İstanbul
Bunlarda İlginizi Çekebilir