Bastırılmış bir tababet öyküsü
Uygarlıklara beşik olmuş yalnız ve güzel ülkenin birinde, cırcır böcekleri için favori olan ayın sonlarına denk gelen sıcak günlerden biriydi. Sağlık ve sıhhat çalışanları şeker tadında bir bayrama girecek olmanın, heyecanı ve sabırsızlığı içerisindeydi. Sağlık, sıhhat ve çeki düzen vekaleti, herkesin önüne, ferman hükmünde, baldıran tadında apansız bir nizamname koyuverir. Bu oldu bitti nizamnameyle hizaya sokulmak istenenler, daha önce hizaya sokulanların durumuna ses çıkarmamış olmanın mahcubiyeti ile ilk etapta ne yapacaklarını kestiremezler. Bu düzenlemeden herkes gibi nasibini alan öğretim azalarının, bundan böyle, şifa dağıtmak şöyle dursun, hastalara 2 metreden fazla yaklaşma teşebbüsleri dahi suç teşkil edecekti. Her ne kadar serbest çalışma hakkı anayasadan da geliyor olsa, uyarılara kulak asmamalarının elbette ki dişe dokunur bir karşılığı olmalıydı. Bu doğrultuda, meslekten men edilmenin derin hüznüyle, kendilerini eğitim ve araştırma hizmetlerine adamakla, bir nevi teselli ya da iç huzuru bulmaktan başka çareleri kalmadığı görülüyordu. Bununla birlikte kendilerine şifa aramak maksadıyla müracaat eden, eski ve yeni hastalarına, kapılarını çalan tababet talebelerine, muayene yetkilerinin olmadığını izah etmekte, hayli güçlük çekmekteydiler. Hatta ve hatta, muayene etseler bile, reçete yazmaya yeltenmeleri halinde, bunun hükümsüz olacağına, kimseleri inandıramıyorlardı. Adeta sakıncalı birer piyade durumuna düşürülmüşlerdi. Ama sağlık ve sıhhat vekaleti, her türlü ayrıntıyı düşünmüş, bu durumdan muzdarip olduklarını düşünenlere ya da vahameti kavramakta zorlananlara, 2 sene kadar hava değişimi lütfetmek suretiyle, tabibine verdiği değeri, bir kez daha ortaya koymuş oluyordu.
Bu arada sağlık ve sıhhat vekaleti, iki bayram arasında nizamname olmaz demiyor, çeki düzen verme gayretlerine, fasılasız, soluksuz ve hummalı bir şekilde devam ediyordu. Bu takdire şayan insanüstü çalışmalar sonucunda, sağlık ve sıhhat çalışanları bu kez de, mazhar olacakları bayramla özdeşleştirilerek, kendilerini yeni bir maceranın orta yerinde kurbanlık bir koyun çaresizliğinde bulmaktan kaçamıyorlardı. Bundan böyle bir yıl içerisinde vücut bulacak kamu hastaneleri birliği, bir “CEO (Chief Executive Officer)” yönetiminde, atanacak hastane idarecileri marifetiyle, sıhhat çalışanlarına çeki düzen verecek, ilgili personeli gösterdikleri yahut gösteremedikleri ticari performansları nisbetinde hastaneler arasında dama taşı gibi kaydırabilecekti. Bu yüce vazifeyi başaramadıkları taktirde haklarında kovuşturma yapma, iş akitlerine son verme gibi bir “şirket” yöneticisinde olması gereken sıradan yetkilere de sahip olacaklardı. Ne hikmetse bu görevlere nail olacak şahsiyetlerin 4 yıllık yüksek okul mezunu olmaları yanısıra, 8 yıllık kamu ya da özel tecrübesi de kafi görülüyordu. Her nedense daha önce sağlık ve sıhhat konusunda çalışmış olma tecrübesi aranmıyordu. Ama herhalde bir bildikleri vardı. Sözgelimi, nasıl para kazanılacağı konusunda donanımlı olmak, hesap kitap işlerine vakıf olmak, ticaret erbabı olmak gibi üstün meziyetler mi esas alınacaktı. Bu şekilde, kamu hizmeti veren hastane isimli müesseselerin iyi işletilerek piyasalaştırılmaları halinde, altın yumurtlayan birer tavuk ya da para basan darphane olmaları da sağlanmış olacaktı. Bu hedef doğrultusunda, tabipler birliği kanunundan tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak ibaresinin rafa kaldırılması, üzerinde durulmaması gereken önemsiz bir ayrıntıydı. Ancak tabipliğin kamu ve kişi yararına olmazsa, kimin yararına uygulanıp geliştirileceği konusuna yanıt vermeye kimsenin dili varmıyordu. Bu meyanda yabancı tabiplerden ve hemşirelerden yardım alınması da öngörülen önemli reformlardan biriydi. Üstelik yaşamakta olduğumuz çağın küresel ve global yapısı, uluslararası işbirliğinden kaçınmamayı gerektirmezmiydi? Hem bu şekilde düşük ücretlere çalıştırılacak ithal tabiplerin yerli (yersiz) tabiplere iyi örnek olması da sağlanmış olacaktı. Bu düzenlemenin, aba altından sopa gösterildiği şeklinde değerlendirilmesi böylesi stratejik uygulamalara haksızlık olacağından, bu kararın bir ulusal bir kazanım olarak değerlendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olurdu. Üstelik bu sistemi beğenmeyenlerin, çekip gitmek gibi temel hak ve özgürlüğü de teminat altına alınmıştı.
Yeni düzenlemelerden birisi de, serbest sağlık ve sıhhat bölgeleri kurulmasının yolunun açılmasıydı. Böylece turizmin yanına ikinci bir bacasız sanayi daha ekleniyor, bir taşla hayli kuş ve turna vurulmuş oluyor, bunun adına da sağlık,sıhhat ve çeki düzen reformu deniliyordu. Martin Luther gibi kendini bilmez reformistlerin ise, pabuçlarının dama atılmış olmasına içerlemekten başka çareleri kalmıyordu.
Bunlarda İlginizi Çekebilir